SİMYA
Bazı bitkisel ürünlerin ilaç olarak yararlarının fark edilmesi; ölümsüzlük veya sonsuz zenginlik sağlayan madde arama hayali ve buradan maddenin deneme yanılma yoluyla incelenmesi ile simyadoğmuştur. Eski dönemlerde değersiz metalleri altına çevirme,hastalıkları iyileştirme ve ölümsüzlük iksirini bulmaya çalışma uğraşılarına simya,bu işle uğraşan kişilere de simyacı denirdi.
Simya,ölçümlerin kullanılmadığı,teorik temelleri olmayan,deneme yanılmaya dayanan ve sistematik bilgi birikimi sağlayamayan bir uğraş olduğundan bilim olarak kabul edilemez.Ancak kimyaya geçişin öncüleridir ve bugün bile kullanılan birçok araç ve gereç üretmişlerdir.Ayrıca barut,bazı metallerin işlenmesi, mürekkep,kozmetik,boya, deri işleme,seramik,cam ve esans üretimi gibi yaralı bilgi ve yöntemleri de kimyaya aktarmışlardır.
Orta çağ simyacıları FeSO4 (vitriol) ya da şapı kil kaplarda kızıl renk alana kadar ısıtarak ya da güherçileye (KNO3-Hint güherçilesi, NaNO3-Şili güherçilesi) kükürt katıp su dolu kapta yakarak sülfürik asit (H2SO4-zaç yağı) elde ediyordu.18. yüzyılda ise sülfürik asit boyama ve ağartma işlemlerinde kullanılarak önemini hissetirdi . Günümüzde ise aşındırıcı (asit) olarak, altın ve gümüş saflaştırılmasında,gübre, pigment, boyar madde, patlayıcı madde, ilaçlama, inorganik tuz ve petrol arıtım ve metalurji işlemlerinde kullanılmaktadır.
Maddeleri tek tek ele alıp diğer maddelerle etkileşimini incelemek simyanın yöntemidir.Maddenin yapısı ile özellikleri arasında ilişki kurup bu ilişkiler çerçevesinde araştırmak ise kimyanın yöntemidir.Kimyayı simyadan ayıran en önemli özelliklerden biri de kimyanın ölçmeye dayalı olmasıdır.
Simyanın doğmasına sebep olan, iki temel dürtü;sonsuz zenginlik hayali ve ölümsüzlük hayalidir.İnsanlar deneme yanılma yolu ile kısa zamanda zengin olmayı ve ölümsüz olma hayallerine kapılmıştır.
Simya diğer adı ile Alşimi, XII. yüzyıldan itibaren Ortaçağ Avrupa'sında yayılmış olan bir düşünce ve bilgi akımına verilen isimdir. Sözcüğün kökeni tartışmalıdır. Alşemi'nin Latin yazılış biçimindeki Al-chemie'deki Al takısının Arap kökenli olduğu , Chemie'nin de Sami kökenli Heme, Hema sözcüklerinden geldiği ifade edilmektedir.Simya ile uğraşan kişilere simyacı denir.
Simyacıların en çok bilinen iki hedefi ,madenlerin altına dönüştürmek ve bütün hastalıkları iyileştirecek ve hayatı sonsuz biçimde uzatacak ölümsüzlük iksirini bulmaktır. Orta Çağ'dan itibaren Avrupalı simyagerler hem madenleri altına çevirmek hem de ölümsüzlük iksiri yapmada kullanılacağını düşündükleri efsanevi bir madde olan " felsefe taşı " nın bulunması için büyük çaba harcadılar.
Simyagerler,yüzyıllar boyunca büyük saygınlık gördüler ve destek aldılar. Bu saygınlığın ve desteğin sebebi zamanlarının kimya endüstrisine yaptıkları katkılardı. Bu katkılar arasında barutun keşfi, madenlerin test edilmesi ve saflaştırılması , metallerin işlenmesi üzerindeki çalışmaları, mürekkep, boya üretimi,deri boyanması, seramik ve cam üretimi, likör ve esans üretimi vb. sayılabilir.
Simya teorik temellere sahip değildir.
Sınama-yanılma yolu ile olayları anlamaya çalışır.
Sistematik bilgi birikimine sahip değildir.
Bir bilim değildir.
Roma Bizans İmparatorluklarında,daha sonra da İslam ülkelerinde kimya alanlarında pek çok gelişmeler olmuştur."Dört öge kuramı " (su ,toprak,ateş,hava) ve elementlerin dönüşümüne ilişkin düşünceler,İskenderiye'de ve daha sonra İslam alimleri Cabir İbn Hayyan ,El Razi ve İbni Sinatarafından geliştirilmiştir.Örnek olarak imbik (damıtmada kullanılan bir alet) Arap alimleri tarafından geliştirilmiştir ve halen kullanıldığı yerlar vardır.
Ancak simyanın ve simyacıların kimyaya katkıları da göz ardı edilmemelidir.Son simyacı sayılan Johann Joachim Bacher (6 Mayıs 1635 – Eylül 1682) "Ateş elementinin" yanması sırasında havanın bir kısmının (Oksijen) kaybolduğunu ve geriye yanmadan kalan elverişsiz atık (Azot) bıraktığını tespit etmiştir.Yanarak kaybolan havanın bu kısmı daha sonraları "filojiston" (ateş ruhu) olarak anılmıştır. Bacher'e göre yanıcı olan cisimler ,yanıcı olmayan filojistondan oluşmuştur.Metal oksitleri birer element olarak tanımlarken metalleri kül Yani metal oksitler ile filojistondan oluşan bilşikler olarak tanımlamıştır.Oysa bu gün bunun tamamen zıt olduğu kanunlar ve deneylerle ispatlanmıştır.
18. yüzyılda çivit otunun (indigo) ile sülfürlenmesinden elde edilen boya yün boyacılığında kullanılması sülfürik asidin önemini arttırmış ve sanayinin ilgili bölümlerinde yerini almıştır.Sülfürik asit aynı dönemlerde ağartma işlemlerinde de kullanılmıştır.Nicolas Le Blanck'ın geliştirdiği metot yardımı ile Sülfürik asit üretimi sanayide yerini almıştır.Sülfürik asit aşındırıcı özelliğinden dolayı, boyacılıkta bazı boyaların üretiminde,altın ve gümüşün saflaştırılmasında kullanılmıştır.
0 yorum: